Sayfalar

14 Şubat 2014 Cuma

%40 Mutluluk Elimizde





Karaları bağlamaya yetecek kadar olumsuzlukla karşılaşıyoruz. Stresin ve mutlu hissetmenin sağlık üzerindeki etkisini bilmeyen yok. Ama mutluluğun %40'ının elimizde olduğunu bilmek benim hoşuma gitti. Yüz kaslarımızı hareket ettirerek beynimize mutlu olduğumuzu düşündürüyoruz ve öyle hissetmeye başlıyoruz. Zoraki bir mutluluk ama işe yarıyor.

Paylaşmak istiyorum.
Mutluluğumuzla sağlığımız arasında bir bağlantı olduğu bilimsel açıdan kanıtlandı. Hayatta kalma içgüdüsüyle yaşayan canlılar olduğumuzdan kendimizi iyi hissettiren ve genel sağlığımız üzerine olumlu etki eden şeyleri araştırmak bizi rahatlatıyor. Daha sağlıklı hissettiğimizde daha sağlıklı oluyor ve daha uzun yaşıyoruz. Yani hislerimiz fizik bedenimizi etkiliyor.
Eğer gülümsemeden yaşadığınız bir döngünün içindeyseniz (ki çok normal), sistemimizi baştan başlatabileceğimizi bilerek endişelenmekten vazgeçin. Biliminsanları mutluluğumuzun %40'ına hükmedebileceğimizi söylüyor. İşin en iyi kısmıysa, bu bilgisayarı nasıl kullanacağımızı bilmemiz.
Bilim insanları, mutluluğun kişiye özel olduğunu ve kişinin kendi hayatını zihinsel ve duygusal bakımdan nasıl değerlendirdiğine bağlı olduğunu buldu. Bu değerlendirmeler, gün içinde hissettiğimiz mutluluk ve içinde bulunduğumuz iyimser ruh haliyle alakalı. Aynı değerlendirmeleri kötü bir ruh halindeyken ve kötü tecrübeler yaşadığımızda da yapıyoruz. Bu sebeple mutlu kalmak için, sadece olumlu anlara odaklanarak zihinlerimizi baştan programlamalıyız. Kötü olanları tamamen gözardı edip parlayan o küçük ışığı bulmaya çalışmamız gerekiyor. Önemli nokta şu: Yaşadıklarımız tümü düşüncelerimizi ve hislerimizi etkiliyor ama olumsuzlukları algılamaya ve hissetmeye daha meyilliyiz. Yani edindiğimiz olumsuz tecrübeler beynimize yer etmede olumlulara galip geliyor. Bu yüzden olumlu olanları cımbızla ayıklamak ve zorla da olsa olumsuzlar yerine bunları düşünmek gerekiyor. Bilmeyen olmadığını biliyorum ama ince detaylara girince yapmak daha kolay gibi.
Uzmanlar mutluluğun zihinsel bir durum olduğunu söylüyor. Asıl mesele bizi neyin içten mutlu ettiğini bulmak ve başka bir yerden elde edilen dış tatmini tamamen yok saymak. Mutluluğu para veya güzel kıyafetler gibi ölçülebilir şeylere bağlama hatasına düşmeyin çünkü mutluluk ölçülebilir değildir ve olumlu hisler ve deneyimlerle gelir diyorlar. Zaten eviyle arabasıyla şusuyla busuyla hava atıp sende ne var diye soranlara hep acımışımdır. Etrafta sürekli acıdığım birilerinin olması sağlığıma pek faydalı olmayacağından onları hayatımdan çıkarmışımdır. Yazıık. Neyse. Bu yüzden gidip kendi mutluluğumuzu aramalıyız. Kişiden kişiye değişecektir. Giderken daha fazla gülümsemeli, küçük zevkleri aramalı ve en önemlisi şükretmeliymişiz. Social Behavior and Personality dergisinde yayınlanan bir çalışma şükretmenin öğrenilebilir bir alışkanlık olduğunu ve hayattan zevk almamıza imkan sağladığını ortaya koyuyor.
Psikolog Tom G. Stevens, mutlu insanların mutluluğu bir yaşam amacı olarak gördüğünü ileri sürüyor. "Mutlu olmak istiyorsanız işte bu kadar kolay olduğunu anlamalısınız. Kendinizi biraz kötü hissettiğinizde kalkıp farklı bir şeyler yapın, mesela kendinize gülümseyin. En büyük önceliğin mutluluğunuz olduğunu unutmayın ve kendinizi mutlu etmenin yolunu bulun ki hep öyle kalın," diyor.

Psikoloji üzerine yapılan son araştırmada, İngiliz biliminsanları ile halktan kişilerin oluşturduğu "Mutluluk için eyleme geç" hareketinin dünya çapında 23 bin üyesi oldu.
Hareketin kurucularından biri olan İngiliz ekonomist Richard Layard, son 50 yıldaki teknik ve maddi gelişmeye rağmen insanların daha mutlu olmadığını düşünüyor. Ona göre, sosyal refahta iyileşme sağlamak için yeni bir mutluluk anlayışı yaklaşımına ve yeni bir yaşam tarzı benimsemeye ihtiyacımız var. Hareketin sloganlarından biri "Başkalarından ne alabileceğinle değil, başkalarının refahıyla ilgilen".
Organizatörler bu alandaki son araştırmalara dayanarak mutluluğun 10 kuralını oluşturdu. Bu kuralların belirleyici özelliği, mali çıkarları kriter kabul etmemesi ve sosyalleşme, insan ilişkileri, topluluğa dahil olma, iyimserlik ve duygusal denge gibi kavramlar üzerine kurulu olması.
Bu 10 kural kısaca şöyle:
1. Daha büyük bir şeyin parçası olun
2. Başkaları için daha fazlasını yapın
3. İnsanlarla etkileşime geçin
4. Sağlığınızla ilgilenin
5. Etrafınızdaki dünyaya daha çok dikkat edin
6. Sürekli yeni bir şeyler öğrenin
7. İlham verici hedefler koyun
8. Farklı durumlar karşısında verebileceğiniz esnek ve yeni karşılıklar bulun.
9. Olumlu yaklaşım alıştırmaları yapın.
10. Kendinizi olduğunuz gibi kabul edin
Bu kuralların temelinde bilim insanlarının, insanın sosyal bir varlık olduğunu, iletişim, hedef belirleme ve kişisel gelişim sorunları yaşıyorsa mutlu olamayacağını keşfetmesi yatıyordu. Bu sebeple, bilim insanları başkalarıyla daha fazla iletişim kurmayı, farklı topluluklara dahil olmayı, eski arkadaşlarla buluşmayı, yeni deneyimler kazanmayı, yeni bilgiler edinmeyi ve en önemlisi gün boyunca pekçok kişiye bolca gülümsemeyi öneriyor.
Bu kurallarda dikkatimi çeken bir şey var. Aidiyet duygusunun insanı mutlu ettiğini önemle belirtmişler. Daha büyük bir şeyin parçası olmak. Sanki bizim ülkemizin aydınları bir şeyleri yanlış algılıyor, bir şeyleri küçümsüyor. Ben diyorum ki, insanın temel ihtiyaçlarını göz ardı etmeden bireyi güçlendirelim. İlgililere duyurulur.

Şimdi gelelim mutlu olduğumuza kendimizi nasıl inandıracağımıza. Sadece gülümseyerek. Bakın bilim insanları ne bulmuş.
1988 yılında Fritz Strack liderliğindeki bir ekip, deneklerin haberi olmadan yüz ifadelerini etkileyebildikleri muhteşem bir haberin konusu olmuşlar. Araştırmacılar, katılımcılara ellerini kaybeden insanların alışkanlıklarını incelediklerini söylemiş. 
Katılımcılar dişleri (bu şekilde gülümserken hareket eden kaslar kullanılıyor) veya dudakları (sözkonusu kasları hareket ettirmiyor) arasında bir kalem tutup bazı karikatürlerin ne kadar komik olduğunu puanlıyorlar. Bilinçsizce gülümseyenler, bu karikatürleri gülümsemeyenlerden daha komik bulmuş.

2002 yılında Robert Soussignan, hem geçmişteki çalışmanın kısıtlamalarını ortadan kaldıran hem de birkaç şaşırtmaca ekleyen yeni bir çalışma tasarlıyor. Strack'in çalışmasından yola çıkıyor ama biraz farklı olarak 96 üniversiteli genç kızdan kalemi 4 farklı şekilde tutmasını istiyor: Dudaklarıyla, dişleriyle ama "gülümsemeden", dişleriyle ve "sahte gülümserken" -yani dişleri görünecek şekilde ve dudak köşeleri yukarı doğru ama gerçek gülümsemenin aksine yanakları yukarı kaldırmadan- ve son olarak gerçek bir gülümseme ifadesiyle dişlerinin arasında. Katılımcılara dudak köşelerini germeleri ve yanaklarını yukarı kaldırmaları söylenmiş. Aşağıdaki fotoğrafta sahte gülümseme ve gerçek gülümsemeyi görüyorsunuz.

Katılımcılar söylenen pozisyonları aldıktan sonra iki sınava tutuluyorlar. İlki, çalışmanın gerçek gayesini saklamak için bir dikkat dağıtıcı niteliğinde: Kalemi cümle içindeki sesli harflerin altını çizmek için kullanıyorlar. Daha sonra farklı kısa filmler gösteriliyor ve onlardan -9 (olumsuz duygular) ile +9 (olumlu duygular) arasında puan vermeleri isteniyor. Gösterilen filmlerden bazıları kesilmiş bedenler veya hayvan derisi yüzen biri gibi çok olumsuz sahneler içeriyor. Diğerleri manzara veya hayvan yavruları gibi olumlu görüntüler veya çizgi film veya karikatürlerden alınmış komik ve çok olumlu görüntüler. Olumlu görüntülere gülümseyen katılımcılarla gülümsemeyenlerin verdiği puanlar birbirinden çok farklı çıkıyor:


Gerçekten gülümseyenlerin karikatürlere verdiği puan gülümsemeyenlerinkinden çok yüksek. Tex Avery filmine gerçekten gülümseyenlerin verdiği puan sahte gülümseyenlerindekinden çok yüksek. Sadece olumlu olan filmlere verilen puanlar ise çok daha önmeli bir farkı ortaya koyuyor. Gerçekten gülümseyenler, diğer üç gruptan belirgin derecede yüksek puanlar vermiş.
Soussignan bundan başka katılımcılardan, kalemi tutarak filmlerin ne kadar rahatsız edici olduğuna da puan vermelerini istiyor. Ama olumsuz filmlere verilen puanlarda belirgin bir fark bulamıyor. 
İlginç olan şu, olumsuz filmlere grupların verdiği puanlar arasında hiç fark yok. Gülümsemek veya gülümsememek sadece olumlu filmelere verilen puanları etkilemiş. Soussignan gülümsemenin, olumlu bir duygusal deneyimi pekiştireceğini ama olumsuz bir deneyim üzerinde etkili olmayacağını ileri sürüyor.
Yine de buradan yola çıkarak şöyle bir mantık yürütüyorum. Yanaklarımı yukarı kaldırarak zorla gülümsediğimde beynim mutlu olduğumu düşünecek ve gerçekten mutlu hissetmeye başlayacağım, etrafımdaki olumlu olayları algılayacağım ve beynime olumlu hatıralar kazandıracağım. Amacım, gün içindeki olumsuz deneyimlerden daha fazla veya en azından eşit oranda olumlu anı edineceğim. Sonra olumsuzları hiç düşünmemeye çalışacağım. Bu durum, mutluluğumu gerçekten etkileyecek ve daha mutlu hissedeceğim. Hiç fena değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İsimsiz yorum yapmak istiyorsanız lütfen "yorumlama biçimi" kutucuğunun içinden en altta yer alan "anonim"i seçiniz. Bunu yapmazsanız bir kullanıcı hesabıyla yorum yapmanız istenecek. Hesabınız yoksa yazdığınız yorum gözükmeyecek.