Karaları bağlamaya yetecek kadar olumsuzlukla karşılaşıyoruz. Stresin ve mutlu hissetmenin sağlık üzerindeki etkisini bilmeyen yok. Ama mutluluğun %40'ının elimizde olduğunu bilmek benim hoşuma gitti. Yüz kaslarımızı hareket ettirerek beynimize mutlu olduğumuzu düşündürüyoruz ve öyle hissetmeye başlıyoruz. Zoraki bir mutluluk ama işe yarıyor.
Paylaşmak istiyorum.
Mutluluğumuzla sağlığımız
arasında bir bağlantı olduğu bilimsel açıdan kanıtlandı.
Hayatta kalma içgüdüsüyle yaşayan canlılar olduğumuzdan
kendimizi iyi hissettiren ve genel sağlığımız üzerine olumlu
etki eden şeyleri araştırmak bizi rahatlatıyor. Daha sağlıklı
hissettiğimizde daha sağlıklı oluyor ve daha uzun yaşıyoruz. Yani hislerimiz fizik bedenimizi etkiliyor.
Eğer gülümsemeden
yaşadığınız bir döngünün içindeyseniz (ki çok normal), sistemimizi baştan
başlatabileceğimizi bilerek endişelenmekten vazgeçin. Biliminsanları
mutluluğumuzun %40'ına hükmedebileceğimizi söylüyor. İşin en
iyi kısmıysa, bu bilgisayarı nasıl kullanacağımızı bilmemiz.
Bilim insanları, mutluluğun kişiye
özel olduğunu ve kişinin kendi hayatını zihinsel ve duygusal
bakımdan nasıl değerlendirdiğine bağlı olduğunu buldu. Bu
değerlendirmeler, gün içinde hissettiğimiz mutluluk ve içinde
bulunduğumuz iyimser ruh haliyle alakalı. Aynı değerlendirmeleri
kötü bir ruh halindeyken ve kötü tecrübeler yaşadığımızda
da yapıyoruz. Bu sebeple mutlu kalmak için, sadece olumlu anlara
odaklanarak zihinlerimizi baştan programlamalıyız. Kötü olanları
tamamen gözardı edip parlayan o küçük ışığı bulmaya
çalışmamız gerekiyor. Önemli nokta şu: Yaşadıklarımız tümü düşüncelerimizi ve hislerimizi etkiliyor ama olumsuzlukları algılamaya ve hissetmeye daha meyilliyiz. Yani edindiğimiz olumsuz tecrübeler beynimize yer etmede olumlulara galip geliyor. Bu yüzden olumlu olanları cımbızla ayıklamak ve zorla da olsa olumsuzlar yerine bunları düşünmek gerekiyor. Bilmeyen olmadığını biliyorum ama ince detaylara girince yapmak daha kolay gibi.
Uzmanlar mutluluğun zihinsel bir durum olduğunu söylüyor. Asıl
mesele bizi neyin içten mutlu ettiğini bulmak ve başka bir yerden
elde edilen dış tatmini tamamen yok saymak. Mutluluğu para veya güzel kıyafetler gibi ölçülebilir
şeylere bağlama hatasına düşmeyin çünkü mutluluk
ölçülebilir değildir ve olumlu hisler ve deneyimlerle gelir diyorlar. Zaten eviyle arabasıyla şusuyla busuyla hava atıp sende ne var diye soranlara hep acımışımdır. Etrafta sürekli acıdığım birilerinin olması sağlığıma pek faydalı olmayacağından onları hayatımdan çıkarmışımdır. Yazıık. Neyse. Bu
yüzden gidip kendi mutluluğumuzu aramalıyız. Kişiden kişiye değişecektir. Giderken daha fazla
gülümsemeli, küçük zevkleri aramalı ve en önemlisi
şükretmeliymişiz. Social Behavior and Personality dergisinde
yayınlanan bir çalışma şükretmenin öğrenilebilir bir
alışkanlık olduğunu ve hayattan zevk almamıza imkan sağladığını
ortaya koyuyor.
Psikolog Tom G. Stevens, mutlu
insanların mutluluğu bir yaşam amacı olarak gördüğünü ileri
sürüyor. "Mutlu olmak istiyorsanız işte bu kadar kolay olduğunu
anlamalısınız. Kendinizi biraz kötü hissettiğinizde kalkıp
farklı bir şeyler yapın, mesela kendinize gülümseyin. En büyük
önceliğin mutluluğunuz olduğunu unutmayın ve kendinizi mutlu
etmenin yolunu bulun ki hep öyle kalın," diyor.
Psikoloji üzerine yapılan son araştırmada, İngiliz biliminsanları ile halktan kişilerin oluşturduğu "Mutluluk için eyleme geç" hareketinin dünya çapında 23 bin üyesi oldu.
Hareketin kurucularından biri olan
İngiliz ekonomist Richard Layard, son 50 yıldaki teknik ve maddi
gelişmeye rağmen insanların daha mutlu olmadığını düşünüyor.
Ona göre, sosyal refahta iyileşme sağlamak için yeni bir mutluluk
anlayışı yaklaşımına ve yeni bir yaşam tarzı benimsemeye
ihtiyacımız var. Hareketin sloganlarından biri "Başkalarından
ne alabileceğinle değil, başkalarının refahıyla ilgilen".
Organizatörler bu alandaki son
araştırmalara dayanarak mutluluğun 10 kuralını oluşturdu. Bu
kuralların belirleyici özelliği, mali çıkarları kriter kabul
etmemesi ve sosyalleşme, insan ilişkileri, topluluğa dahil olma,
iyimserlik ve duygusal denge gibi kavramlar üzerine kurulu olması.
Bu
10 kural kısaca şöyle:
1.
Daha büyük bir şeyin parçası olun
2.
Başkaları için daha fazlasını yapın
3.
İnsanlarla etkileşime geçin
4.
Sağlığınızla ilgilenin
5.
Etrafınızdaki dünyaya daha çok dikkat edin
6.
Sürekli yeni bir şeyler öğrenin
7.
İlham verici hedefler koyun
8. Farklı durumlar karşısında
verebileceğiniz esnek ve yeni karşılıklar bulun.
9. Olumlu yaklaşım alıştırmaları
yapın.
10.
Kendinizi olduğunuz gibi kabul edin
Bu kuralların temelinde bilim
insanlarının, insanın sosyal bir varlık olduğunu, iletişim, hedef
belirleme ve kişisel gelişim sorunları yaşıyorsa mutlu
olamayacağını keşfetmesi yatıyordu. Bu sebeple, bilim insanları
başkalarıyla daha fazla iletişim kurmayı, farklı topluluklara
dahil olmayı, eski arkadaşlarla buluşmayı, yeni deneyimler
kazanmayı, yeni bilgiler edinmeyi ve en önemlisi gün boyunca
pekçok kişiye bolca gülümsemeyi öneriyor.
Bu kurallarda dikkatimi çeken bir şey var. Aidiyet duygusunun insanı mutlu ettiğini önemle belirtmişler. Daha büyük bir şeyin parçası olmak. Sanki bizim ülkemizin aydınları bir şeyleri yanlış algılıyor, bir şeyleri küçümsüyor. Ben diyorum ki, insanın temel ihtiyaçlarını göz ardı etmeden bireyi güçlendirelim. İlgililere duyurulur.
Şimdi gelelim mutlu olduğumuza kendimizi nasıl inandıracağımıza. Sadece gülümseyerek. Bakın bilim insanları ne bulmuş.
1988
yılında Fritz Strack liderliğindeki bir ekip, deneklerin haberi
olmadan yüz ifadelerini etkileyebildikleri muhteşem bir haberin
konusu olmuşlar. Araştırmacılar, katılımcılara ellerini kaybeden
insanların alışkanlıklarını incelediklerini söylemiş.
Katılımcılar
dişleri (bu şekilde gülümserken hareket eden kaslar
kullanılıyor) veya dudakları (sözkonusu kasları hareket
ettirmiyor) arasında bir kalem tutup bazı karikatürlerin ne
kadar komik olduğunu puanlıyorlar. Bilinçsizce gülümseyenler, bu
karikatürleri gülümsemeyenlerden daha komik bulmuş.
2002
yılında Robert Soussignan, hem geçmişteki çalışmanın
kısıtlamalarını ortadan kaldıran hem de birkaç şaşırtmaca
ekleyen yeni bir çalışma tasarlıyor. Strack'in çalışmasından
yola çıkıyor ama biraz farklı olarak 96 üniversiteli genç kızdan
kalemi 4 farklı şekilde tutmasını istiyor: Dudaklarıyla,
dişleriyle ama "gülümsemeden", dişleriyle ve "sahte
gülümserken" -yani dişleri görünecek şekilde ve dudak
köşeleri yukarı doğru ama gerçek gülümsemenin aksine yanakları
yukarı kaldırmadan- ve son olarak gerçek bir gülümseme
ifadesiyle dişlerinin arasında. Katılımcılara dudak köşelerini
germeleri ve yanaklarını yukarı kaldırmaları söylenmiş. Aşağıdaki fotoğrafta sahte gülümseme ve gerçek gülümsemeyi görüyorsunuz.
Katılımcılar söylenen
pozisyonları aldıktan sonra iki sınava tutuluyorlar. İlki,
çalışmanın gerçek gayesini saklamak için bir dikkat dağıtıcı
niteliğinde: Kalemi cümle içindeki sesli harflerin altını
çizmek için kullanıyorlar. Daha sonra farklı kısa filmler
gösteriliyor ve onlardan -9 (olumsuz duygular) ile +9 (olumlu
duygular) arasında puan vermeleri isteniyor. Gösterilen filmlerden
bazıları kesilmiş bedenler veya hayvan derisi yüzen biri gibi çok
olumsuz sahneler içeriyor. Diğerleri manzara veya hayvan
yavruları gibi olumlu görüntüler veya çizgi film veya
karikatürlerden alınmış komik ve çok olumlu görüntüler.
Olumlu görüntülere gülümseyen katılımcılarla
gülümsemeyenlerin verdiği puanlar birbirinden çok farklı çıkıyor:
Gerçekten
gülümseyenlerin karikatürlere verdiği puan
gülümsemeyenlerinkinden çok yüksek. Tex Avery filmine
gerçekten gülümseyenlerin verdiği puan sahte
gülümseyenlerindekinden çok yüksek. Sadece olumlu olan
filmlere verilen puanlar ise çok daha önmeli bir farkı ortaya
koyuyor. Gerçekten gülümseyenler, diğer üç gruptan belirgin
derecede yüksek puanlar vermiş.
Soussignan
bundan başka katılımcılardan, kalemi tutarak filmlerin ne kadar
rahatsız edici olduğuna da puan vermelerini istiyor. Ama olumsuz
filmlere verilen puanlarda belirgin bir fark bulamıyor.
İlginç
olan şu, olumsuz filmlere grupların verdiği puanlar arasında
hiç fark yok. Gülümsemek veya gülümsememek sadece olumlu
filmelere verilen puanları etkilemiş. Soussignan gülümsemenin,
olumlu bir duygusal deneyimi pekiştireceğini ama olumsuz bir
deneyim üzerinde etkili olmayacağını ileri sürüyor.
Yine de buradan yola çıkarak şöyle bir mantık yürütüyorum. Yanaklarımı yukarı kaldırarak zorla gülümsediğimde beynim mutlu olduğumu düşünecek ve gerçekten mutlu hissetmeye başlayacağım, etrafımdaki olumlu olayları algılayacağım ve beynime olumlu hatıralar kazandıracağım. Amacım, gün içindeki olumsuz deneyimlerden daha fazla veya en azından eşit oranda olumlu anı edineceğim. Sonra olumsuzları hiç düşünmemeye çalışacağım. Bu durum, mutluluğumu gerçekten etkileyecek ve daha mutlu hissedeceğim. Hiç fena değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
İsimsiz yorum yapmak istiyorsanız lütfen "yorumlama biçimi" kutucuğunun içinden en altta yer alan "anonim"i seçiniz. Bunu yapmazsanız bir kullanıcı hesabıyla yorum yapmanız istenecek. Hesabınız yoksa yazdığınız yorum gözükmeyecek.